ABD’de artan enflasyon ve Ukrayna Savaşı’nda yaşanan ‘savaş yorgunluğu’, ülke içinde çatlak seslerin daha yüksek çıkmasına yol açıyor. Cumhuriyetçi Parti’nin Henry Kissenger ile temsil edilen ‘gerçekçi’ kanadının önemli yayın organı National Interest, geçen günlerde “ABD’nin çöktüğünü” itiraf eden çarpıcı bir yazı yayımladı. Michael Lind imzasıyla çıkan yazı, “Amerika’nın Büyük Stratejisi: Çöküşü Gizlemek” başlığını taşıyor. Başlangıcında ise “Amerika Birleşik Devletleri, ister askeri arena, ister ticaret ve sanayi üretimi olsun, her yerde ya geri çekiliyor, kaybediyor ya da çıkmaza giriyor.” cümlesi yer alıyor.
Aydınlık’ın aktardığına göre; ABD siyasetine yön veren Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) yayın organı Foreign Affairs ve dış politikada şahin bir çizgiyi savunan Foreign Policy gibi dergilerde “Rusya’ya karşı yeni Soğuk Savaşı nasıl kazanırız?” başlıklı makalelerin çıktığı bir dönemde, Cumhuriyetçi Parti’nin gerçekçi kanadından böyle bir uyarı gelmesi ayrıca önemli. Bunun, Kissenger’ın birkaç ay önce Davos Ekonomi Forumu’nda yaptığı “Hem Rusya’yla hem Çin’le savaşamayız. Ukrayna’da taviz vermeliyiz.” uyarılarının bir devamı olduğu değerlendirmesi yapılabilir.
Zafer sarhoşluğu temelsiz!
Makaledeki ilk vurgu, Ukrayna’da yaşanan “zafer sarhoşluğunun” temelsizliği üzerine bir ironiyle dile getirilmiş: “Zafer sarhoşluğu geri döndü. Putin rejiminin Ukrayna’yı işgal etmesiyle birlikte yüzleştiği zorluklar, Amerikan liderliği, küresel demokrasi mücadelesi ve Batı’nın birliği üzerine Soğuk Savaş retoriğini diriltmek üzere kullanıldı. Amerika, Özgür Dünya’nın lideri olarak bir kez daha at sırtında!”
“Ancak ne yazık ki Putin’in gerçekten savaşı kaybettiği hiç de söylendiği gibi kesin değil.” diye devam eden makale, sahadaki gerçekleri okuyucuya hatırlatıyor: “Eğer, müzakere edilmiş bir taviz veya süren bir pat durumunun neticesinde, Ukrayna’nın çoğunluğu sonsuza kadar Rus işgali altında kalırsa, Putin yüzleştiği tüm zararlara rağmen, Kırım’ı ilhak etmenin ve Gürcistan’ı NATO dışında tutmanın yanı sıra Ukrayna’da sınır rövanşizmini de kazanmış olacak.” Aynı yerde Finlandiya ve İsveç’in olası NATO üyeliğinin yalnızca “sembolik bir zafer” olacağı, Rusya’nın bu iki ülkeyi işgal etmek gibi bir niyetinin olmadığı belirtiliyor.
Rusya’yı tecrit etmek üzere uygulanan yaptırımlar fiyaskoyla sonuçlandı
Bir sonraki paragrafta, “Rusya’yı tecrit etmek üzere” uygulanan yaptırımların başarısızlığı, “fiyasko” sözcüğüyle tarif ediliyor: “Küresel düzeyde ABD’nin diğer ülkeleri, Rusya’yı Ukrayna işgali yüzünden cezalandırmak üzere yaptırıma katma kampanyası bir fiyaskoya dönüştü. Rusya’ya yaptırım uygulayan ülkelerin haritasına bakıldığında ABD, Kanada, Avrupa, Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda karşımıza çıkıyor. Dünyanın geri kalanındaki çoğu ülke, bunlara Hindistan, Meksika, Brezilya ile Asya, Latin Amerika, Orta Doğu ve Afrika’daki diğer uluslar da dahil, yaptırımlara uymayı reddetti.”
Makale, yaptırıma katılmayan ülkelerin haritasının, bir “bağlantısızlar hareketi” tablosu oluşturduğunu öne sürüyor: “Soğuk Savaş 2.0’da bağlantısızlar bloğu geri döndü.”
Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’de utanç verici stratejik yenilgiler
Daha da çarpıcı olan, Nation Interest dergisinde çıkan bir yazıda “ABD’nin her cephede stratejik yenilgiler yaşadığının” itiraf edilmesi. Makalede ABD’nin Rusya’ya zarar vermek için Ukrayna’daki “vekalet savaşına” silah göndermeye devam ederken “bir dizi utanç verici stratejik yenilgi dolayısıyla yalpalamaya başladığı ifade ediliyor: “Afganistan’da yirmi yıl süren savaştan sonra Washington, ülkeyi apar topar, Vietnam’dan bile daha kaotik ve utanç verici bir şekilde, Taliban’ın kucağına bıraktı.”
Bu utanç verici yenilgilere diğer örnekler ise Irak, Libya ve Suriye’den:
“Saddam sonrası Irak’ta, geri kalan Amerikan askeri varlığı çoğu Irak tarafından muhalefetle karşılaştı. Son olarak Irak parlamentosu İsrail’le normalleşmeyi cezalandıran bir yasa geçirdi. Suriye’de Beşar Esad, Washington’ın kendisini devirme savaşından sağ çıktı. Muammer Kaddafi’nin ABD ve NATO tarafından devrilmesi kaos ve bölünme doğurdu.” Sözün özü ABD, geçen 20 yılda savaşa giriştiği her cephede mağlubiyetle ayrıldı.
‘Kâğıttan kaplan’ sözü haklı
Makale adeta her paragrafta ABD’nin çöküşünü gizlemek isteyenlere bir darbe daha vuruyor. Amerika’nın büyük güç mücadelesi verdiği esas ülkenin Çin olduğu söylendikten sonra şu cümleye yer verilmiş: “ABD’nin Ukrayna’nın silah ve mühimmat eksiğini gidermek için göndereceği Javelin ve Stinger füzeleri kalmadığına yönelik haberler Pekin’dekilerin Amerika’nın kağıttan kaplan olduğunu düşünmesini doğrulayacak nitelikte.”
Çin’in de aynı Rusya gibi sınır rövanşizminde başarılar kazandığını ileri süren makale, Güney Çin denizinde ve Tayvan Adası’nda kararlılığını sürdüreceğini belirtiyor. ABD’nin Japonya, Avustralya ve Hindistan’la Çin’i çevrelemek üzere kurduğu Quad (Dörtlü) mekanizmasının hiçbir somut sonuca ulaşmadığı kaydedilirken Çin’in en büyük ticaret ortaklarının Japonya ve Avustralya olduğu vurgulanıyor. ABD’nin bu Asya-Pasifik müttefiklerinin Çin’le ekonomik bütünleşmeyi sürdürmekle Washington’ın Çin karşıtı askeri planlarına dahil olmak arasında bir çelişki görmediğini belirttikten sonra “Ancak bir aşamada Çin, dizginleri eline alacaktır.” deniyor.
Çin’in yükselişi önlenemiyor
Ayrıca Çin ile ABD arasındaki ekonomik ilişkinin, Trump’ın başarısız ticaret savaşına rağmen geçen yıllarda daha kötüye gittiği belirtiliyor ve Çin’in yükselen ekonomik gücü şöyle tarif ediliyor:
“Çin, ABD ve müttefiklerini bir bir küresel piyasadaki koltuğundan ediyor. 2010’da ABD’yi geçerek dünyanın en büyük imalatçısı olan Çin, 2021’de ise Güney Kore’nin dünyanın en büyük gemi üreticisi unvanını elinden aldı. Bir Çinli şirket, DJI, tek başına dünyadaki sivil İHA’ların yüzde 70’ini üretiyor. Küresel düzeyde endüstriyel robotların üçte biri Çin’de imal ediliyor ve bu robotlar için en büyük pazar yine Çin. Pekin’in ABD, Avrupa ve Japonya’nın havacılık-uzay ve otomotiv alanındaki üstünlüğüne meydan okuması sadece an meselesi.”
ABD’nin ya geri çekildiğini, yenildiğini ya da yenişemediğini görüyoruz
Makale böylece ABD’nin çöküşüne dair bütünsel bir tablo ortaya koyuyor: “Nereye bakarsak bakalım, ister askeri arenada, ister ticaret ve endüstriyel üretim alanında, ABD’nin ya geri çekildiğini, yenildiğini ya da yenişemediğini görüyoruz.”
Devamında Güney Vietnam’ın başkenti Saigon’un düşüşünden beri, daha büyük bir kaosa yol açan Irak ve Afganistan askeri zaferleri bir tarafa bırakılırsa, ABD’nin kazandığı yegane zaferin Avrupa’da yaşandığı belirtiliyor. Burada işaret edilen olay, Doğu Avrupa’nın Kızıl Ordu’dan “kansız” bir şekilde kurtarılması ve tüm bu ülkelerin NATO’ya dahil edilmesi. Ancak Avrupa dışında geri kalan tüm cephelerde askeri zaferlerin kalıcı siyasi ve diplomatik başarılara dönüştürülemediği ve nihayetinde ABD’nin yenilgiye mahkum olduğu vurgulanıyor.