İngilizce literatüre ‘Cold War‘ olarak giren Soğuk Savaş süreci, II. Dünya Savaşı sonrası dünya genelindeki siyasî tansiyonu artıran başlıca etken olmuştur. II. Dünya Savaşı’nda Hitler Almanyasının yenilmesiyle birlikte 1947 yılından 1991 yılına kadar dünya iki kutba bölünmüş, Batı Bloku’nun başını ABD, Doğu Bloku’nun başını ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği çekmiş ve dünya genelindeki devletler genel anlamda bu bloklar etrafında kümelenmiştir.
Doğu ve Batı blokları arasında bölünmüş dünya!
Soğuk Savaş döneminde kurulan NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü), Batılı devletlerin askerî ittifakının bir yansıması olmuştur. Batı Bloku’nun askerî gücünü NATO temsil ederken, Doğu Blokunu ise Varşova Paktı temsil etmiştir. Ancak daha sonraları, bu iki blok arasında sıkışmak istemeyen ve özellikle Yugoslavya Devlet Başkanı Josip Broz Tito ve Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır’ın öncülük ettiği Bağlantısızlar Hareketi kurulmuştur. Diğer taraftan Çin ve Yugoslavya hem Doğu Bloku ülkeleri, hem de Bağlantısızlar Hareketi ülkeleri olarak kayıtlara geçmiştir. Bu iki komünist ülkenin her iki blokta da olmasının nedeni Sovyetler Birliği ile olan görüş farklılıklarıydı. Zira Tito Yugoslavyası, özellikle Stalin döneminde izlediği milli politikalarla, yayılmacı bir politika güden SSCB’nin hedefinde olmuştur.
Soğuk Savaş, ABD çevrelemesi ve Truman Doktrini
5 Mart 1946’da, İngiltere eski Başbakanı Winston Churchill, ABD’de, Başkan Harry S. Truman‘ın yanında Sovyetler Birliği’ne karşı bir siyasal savaş ilan eden ve ‘Demir Perde’ ifadesine yer veren konuşmasını yaptı. Churchill bu konuşmasında, Anglo-Sakson ülkelerindeki yöneticileri, sosyalizme karşı güçbirliği oluşturmaya çağırdı. Bu konuşma, daha önce ikinci dünya savaşı sırasında Sovyetler ile yakın ilişkiler geliştiren Batı Bloku ülkeleri için ‘eylem planı’ niteliği kazandı. Böylece bir silahlanma yarışı başlatılarak SSCB ve bağlaşıkları çerçevesinde Amerikan üslerinin ve askeri blokların kurulmasına yönelik, Soğuk Savaş dönemi başlamış oldu. ABD, SSCB ve öteki sosyalist ülkelere karşı ‘çevreleme stratejisi’ni başlattı.
1947 yılının Mart ayında, ABD Başkanı Truman, SSCB’nin tehdidi altında olduğu ileri sürülen ülkelere ekonomik ve askerî yardıma dayalı açıklamasını yaptı. Bu açıklama, tarihe Truman Doktrini olarak geçti. Bu doktrin ile Amerika Birleşik Devletleri “komünizm tehdidi” altındaki devletlere mali ve askeri yardım yapacağını açıklamıştır.
Doktrinin sebepleri!
Amerika’nın II. Dünya Savaşında Japonya’ya karşı askerî üstünlüğünü kazanması Rusya’yı endişelendirince Stalin, Batı ile kendisi arasında sosyalist kimlikte tampon ülkeler kurmak istemiştir. Bu yüzden özellikle 1947 yılı itibariyle Amerika dış politikasının temeli komünizm ile mücadele olmuştur.
Truman Doktrini’ne hız kazandıran başlıca sebep ise Sovyetler’in güneye doğru yayılması olmuştur. Yunanistan’da komünist gerillalarla zayıf merkezi hükûmet arasında başlayan iç savaş, Truman Doktrini’nin ilan edilmesini hızlandırmıştır.
Türkiye ve Yunanistan’a yardım!
ABD Başkanı Truman, 12 Mart 1947’de Kongre’de kendi adıyla anılacak bu doktrini açıkladı. Truman’a göre ABD, komünizme karşı silahlı mücadele veren ve bunun yanında komünist ülkelerin baskısı altında bulunan devletlere mali ve askeri yardım yapmalıydı. Bu konuşmada kastedilen ülkeler Yunanistan ve Türkiye idi. Bu gaye ile ABD Kongresi’nden 400 milyon dolar kullanma izni istedi. Kongre’nin 22 Mayıs’ta bu isteğini kabul etmesi ile birlikte Türkiye’ye 100 milyon, Yunanistan’a ise 300 milyon dolar yardım yapıldı.
Doktrinin sonuçları
SSCB lideri Stalin’in Türkiye’den Kars, Artvin ve Ardahan’ı ve Boğazlarda askeri üs istemesi Türkiye’ye yönelik Sovyet tehdidinin boyutlarını gözler önüne sermişti. Bu sebeple İsmet İnönü yönetimi, ABD ile yakınlaşarak bu ülkeden destek talebinde bulundu. ABD ise bu desteği vermekle beraber tek parti döneminin antidemokratik uygulamalarının kaldırılmasını içeren bazı taleplerde bulundu. Bunlar arasında “5 yıllık kalkınma planları” ve “Köy Enstitüleri” gibi uygulamalar bulunuyordu.
Yunanistan’da Truman Doktrini ile merkezî hükümet komünist gerillalara karşı üstünlük sağlarken, Türkiye’nin ise Stalin’in tehditlerine boyun eğmemesi Truman Doktrini’nin başarısı olarak kayıtlara geçmiştir. Truman Doktrini ile birlikte ABD, geleneksel dış politikasını değiştiriyor ve I. Dünya Savaşı sonundaki tutumunun aksine dünya siyasetinde aktif bir rol üstlenmiştir. Bu sayede ABD ilk kez Ortadoğu’da inisiyatif almıştır. Nitekim 1950’li yıllardan itibaren İngiltere’yi Ortadoğu’dan çekilmeye zorlamış ve bu boşluğu kendisi doldurmuştur. .