New York Üniversitesi İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nouriel Roubini, İngiltere’nin önemli gazetelerinden The Guardian’da “2020’lerde ‘Büyük Buhran’ın Kaçınılmaz Olmasının On Sebebi” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Gazetede 29 Nisan 2020 tarihinde yayımlanan makale, Türkçeye F. Hanedar tarafından Baran Dergisi için tercüme edildi.
İşte o yazı:
Borçlar ve temerrütler…
2007-09 finansal krizinden sonra, küresel ekonomiyi saran dengesizlikler ve riskler politika hatalarından dolayı ivme kazanarak arttı. Yani hükümetler, mali çöküş ve bunu seyreden durgunluğun ortaya çıkardığı yapısal sorunlara odaklanmak yerine bundan kaçınarak başka bir krizi önlenemez kılacak büyük risklere yol açtı. Ve şimdi o riskler büyüdü ve daha şiddetli bir biçimde geldi. Ne yazık ki, büyük durgunluk bu yıl U şeklinde bir tablo ortaya çıkararak kurtulmaya yol açsa bile, onu önümüzdeki on yıl L şeklinde bir tabloyla “Büyük Depresyon” takip edecektir.
İlk eğilim, bütçe açıkları ve bunun tabiî riskleri ile ilgilidir: Borçlar ve temerrütler. Sürdürülemez olsa da kamu borcu seviyesinin zaten yüksek olduğu bir dönemde Covid-19 krizine karşı uygulanan politika mali açıklarda büyük bir artışa –GSYİH’nın yüzde 10’u veya daha fazla bir oranda- sebep olmaktadır.
Borçlar daha da artacak!
Daha da kötüsü ise, halkın ve çok sayıda firmanın yaşadığı gelir kaybıyla özel sektör borç seviyesinin sürdürülemez hale gelmesi, kitlesel temerrüt ve iflasların başlayacağı anlamına geliyor. Kamu borcunun artışıyla birlikte, tüm bunlar, on yıl önceki Büyük Durgunluğu izleyen süreçten daha zor bir toparlanmaya sebep olur.
İkinci faktör ise, gelişmiş ekonomilerdeki demografik zaman ayarlı bomba. Covid-19 krizi, sağlık sistemlerine çok daha fazla kamu ödeneği tahsis edilmesi gerektiğini ve global sağlık ile bunun için verilen kamu hizmetlerinin lüks değil, ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Ancak çoğu gelişmiş ülke yaşlanan toplumlara sahip olduğu için, bu harcamaları finanse etmek gelecekte bugünün fonlanmamış sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinden örtük olan borçları daha da artıracaktır.
Enflasyon riski
Üçüncü mesele ise artan enflasyon riski. Kriz, derin resesyona sebep olmanın yanı sıra, mal (kullanılmayan makineler ve kapasite) ve işgücü (toplu işsizlik) piyasasında büyük bir durgunluk yaratırken petrol ve endüstriyal metaller gibi emtiaların fiyatlarında çöküşe yol açıyor. Bu da “borç deflasyonu”nu (1) muhtemel hale getirir ve iflas riskini artırır.
Buna bağlı olarak ortaya çıkan dördüncü faktör ise para birimlerinin değer kaybetmesi olacaktır. Merkez bankaları durgunlukla mücadele etmeye ve faiz oranlarının artması riskini ortadan kaldırmaya (kitlesel borç oluşumundan sonra) çalıştıkça para politikaları alışılmadık ve geniş kapsamlı hâle gelecektir. Kısa vadede, hükümetler kriz ve durgunluğu önlemek için mali açıkları paraya dönüştürmeye ihtiyaç duyacaktır. Bununla beraber zaman içinde, küreselleşmenin hızının kesilmesi ve yeni korumacı politikaların yol açtığı kalıcı negatif arz şokları stagflasyonu kaçınılmaz hale getirecektir.
Ekonomide dijital yıkım!
Beşinci mevzu, ekonomideki dijital yıkımın artması. Milyonlarca insanın işlerini kaybetmesi yahut çalışmasına rağmen daha az kazanmasıyla, 21. yüzyıl ekonomisinde gelir ve refah açığı daha da genişleyecektir. Gelecekteki tedarik zinciri şoklarına karşı korunmak için gelişmiş ekonomilerdeki şirketler, düşük maliyetli bölgelerden daha yüksek maliyetli iç pazarlara yönelecektir. Fakat evdeki işçilere yardım etmek yerine, bu eğilim, otomasyon hızını artıracak, ücretler üzerinde aşağı yönlü bir baskı yaparak popülizm, milliyetçilik ve yabancı düşmanlığını alevlendirecektir.
Bu, önemli olan altıncı meseleyi doğuruyor: Deglobalizasyon. Salgın hastalık balkanizasyon eğilimlerini hızlandırıyor ve parçalanma devam ediyor. ABD ile Çin daha hızlı ayrışacak; çoğu ülke yerel firmaları ve işçileri global sorunlardan muhafaza etmek için daha korumacı politikalar geliştirecek. Salgın sonrası dünya, mal, hizmet, sermaye, emek, teknoloji, veri ve bilgi dolaşımının kısıtlanacağı bir sürece işaret ediyor. Bu hükümetlerin hâlihazırda krize karşı ilaç, medikal ekipman ve yiyecek sektörlerinde uyguladığı ihracat kısıtlamaları ve diğer korumacı önlemlerle yaşanıyor.
Jeostratejik soğukluk!
Demokrasiye karşı tepki bu eğilimi güçlendirecek. Popülist liderler genellikle ekonomik zayıflıktan, toplu işsizlikten ve artan eşitsizlikten faydalanır. Artan ekonomik güvensizlik koşulları altında, yabancıların günah keçisi ilan edilmesi dürtüsü daha da güçlenecektir. Mavi yakalı işçiler ve geniş orta sınıf, popülist söylemlere özellikle göçün ve ticaretin kısıtlama önerilerine daha duyarlı hâle gelecektir.
Bu durum sekizinci faktörü tetikliyor: ABD ve Çin arasında jeostratejik soğukluk. Trump yönetimi her fırsatta Çin’i pandeminin müsebbibi olarak suçluyor, Çin’in Xi Jinping yönetimi ise ABD’nin Çin’in barışçıl yükselişini önlemek için komplo kurduğu iddialarını iki katına çıkaracaktır. Ticaret, teknoloji, yatırım ve finansta Çin-Amerikan ayrıştırması yoğunlaşacaktır.
Daha da kötüsü, bu diplomatik ayrışma ABD ile sadece Çin değil, Rusya, İran ve Kuzey Kore arasında da yeni bir soğuk savaşa sahne olacaktır. Ayrıca ABD başkanlık seçimi yaklaşıyor, gizli siber savaştaki artışın konvansiyonel askeri çatışmalara yol açması için bir çok sebep var. Teknoloji geleceğin endüstrisinin kontrolü ve ileride yaşanacak muhtemel pandemilerde anahtar silah olduğu için ABD’de özel teknoloji sektörü giderek daha fazla ulusal güvenlik meselesine dönüşecektir.
Salgınlar daha maliyetli olacak
Göz ardı edilemeyecek son bir risk, Covid-19 krizinde gösterdiği gibi finansal krizden çok daha fazla ekonomik yıkım meydana getirebilecek olan çevre bozulmasıdır. İklim değişikliği, sıhhî standartların sağlanamamasından doğan sağlıksızlık, tabiatın kötü kullanılması ve küreselleşmiş dünyanın birbirine bağlılığı tekrarlanan salgınlara (HIV 1980’den beri, Sars 2003’de, H1N1 2009′ da, Mers 2011’de, Ebola 2014-16’da) sebep olmaktadır. Önümüzdeki yıllarda iklim değişikliklerinin sebep olduğu salgınlar daha sık, daha şiddetli ve daha maliyetli olacaktır.
Covid-19′ dan önce kendini gösteren bu on risk, şimdi tüm küresel ekonomiyi on yıllık bir umutsuzluğa sürükleyen müthiş bir fırtınayı körüklemekle tehdit ediyor. 2030’larda teknoloji ve daha yetkin siyasî liderlik bu sorunların bir çoğunu azaltabilir, çözebilir ya da bu sorunların çoğunu aza indirgeyerek daha kapsayıcı, işbirlikçi ve istikrarlı bir uluslararası düzene yol açabilir. Ancak her mutlu son, yaklaşan Büyük Buhran’da hayatta kalmanın bir yolunu bulduğunuzda ortaya çıkar.