Sinemada Allah demek böyle yasaklanmış

Yeşilçam filmlerindeki din adamı ve dindarların yıllar boyu ‘yobaz ve üçkağıtçı’ olarak resmedildiği bilinir. Filmlerde ezan, cami olmaz, namaz kılana rastlanmazdı. Bu nefretin sadece senarist ve yönetmenlerden kaynaklanmadığı, devletin dine dair tüm sahneleri bir bir sansürlediği ve yapımcıları uyardığı ortaya çıktı.

Yeşilçam filmlerindeki din adamı ve dindarların yıllar boyu ‘yobaz ve üçkağıtçı’ olarak resmedildiği bilinir. Filmlerde ezan, cami olmaz, namaz kılana rastlanmazdı. Bu nefretin sadece senarist ve yönetmenlerden kaynaklanmadığı, devletin dine dair tüm sahneleri bir bir sansürlediği ve yapımcıları uyardığı ortaya çıktı.

Türk yapımı filmlerde dini ve kültürel değerlerin yer almaması, ezan sesi veya cami görüntülerinin bulunmaması uzun yıllar eleştirildi. Yeni Şafak gazetesi dün ve bugünkü sayılarında konuyu masaya yatırdı.

Yeni Şafak, 6 Nisan 2022

Sorunun çoğunlukla kendi kültüründen kopuk, Batı’nın değerleriyle yetişen yönetmen veya senaristlerden kaynaklandığı düşünülürdü. Bu bir yere kadar doğru olsa bile, başlangıcının ciddi sansüre dayandığı, Kültür ve Turizm Bakanlığının depolarda kilitli duran sansür dosyalarını kitaplaştırmasıyla ortaya çıktı.

“Türkiye’de Sinema Sansürünün Tarihi” ismiyle yayınlanan kitap, 1932 ile 1988 yılları arasındaki Film Denetleme Kurullarının aldığı sansür kararlarını içeriyor. Toplam 1500 sayfadan oluşan üç ciltlik eser, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim görevlileri Doç. Dr. Ali Karadoğan ve Prof. Dr. Ruken Öztürk ile Telif Hakları Genel Müdürü Ziya Taşkent ve Arşiv Daire Başkanı Serhat Dalgıç’ın işbirliği ile hazırlandı. İncelenen yarım yüz yılı aşkın süreçte, 2 bin 453 filmin reddedildiği, 4 bin 757 filmin ise şartlı olarak kabul edildiği görülüyor.

Dini hatırlatan her şeye sansür

İçeriğinde milli ve manevi değerlerden güvenliğe, cinsel içeriklerden siyasi kararlara kadar birçok sansür konusu var. Bir de dini sansür kararları var ki, akıllara ziyan. Ezan, cami, namaz, abdest, mevlüt, imam nikahı gibi dini hatırlatan ne varsa kesile… 1950’lerdeki karar defterlerinde yer alan dini yoğunluklu sansür, 1970’lerin ortalarına gelince tersine işliyor. Dini değer ve yargılarından uzak yetişen sinemacıların artık dini içerikleri kullanması tek bir sebebe dayanıyor; alaya almak veya küçük düşürmek. Bu konuda ileri giden filmler de sansür mekanizmasından nasibini alıyor.

İlk sansür örnekleri

1930’lu yıllar, inkılapların en şiddetli uygulandığı yıllar. 1941 yılında Arapça ezan okumak dahi yasaklar arasında. Henüz o zamanlar sanat ve sanatçının özgürlüğü meselesi gündemde değil. Bazı filmlerde ezan ve namaz sahnelerinin, bazılarında ise sarıklı hoca ya da medrese sahnelerinin filmden çıkartılması koşuluyla halka gösterilmesine izin veriliyor. İlk sansür örneklerinden Çöl Kızı Cemile (1938) filmi, ezan ve namaz kısımları çıkarıldıktan sonra halka gösterilmesinde mahzur olmadığına karar veriliyor. Canavar (1948) filminde ise iki yerde okunan ezanın çıkarılması isteniyor.

Perde karartıldı

– Beş Hasta Var (1956): Belkıs’ın annesinin, Nur babanın mezarına gidip dua etmesine dair sahnenin çıkarılması istenir. Film, İskenderun’daki Kanatlı Sinemasında gösterime girmiş ve kararda belirtilen yasak kısımlar perdeye aksettirilirken perde karartılmıştır.

– Kavalalı M. Ali Paşa (1952) adlı senaryo başka gerekçelerin yanı sıra “din propagandası” da yaptığı için reddedilir.

Dağlar Şahini Yürük Efe (1959): Efe askerdeyken annesinin evinde Arap harfleri ile yazılı dini levhanın yakın plandan göründüğü sahnenin kaldırılması istenir.

Efelerin Efesi Yürük Osman Efe (1952): Osman Efe’nin dağa çıkıp orada yaptığı soygun sahnesinin ve Arabın imamlık yaptığı namaz sahnesiyle filmin sonunda işitilen ezan sesinin çıkarılması da talep edildi.

Boş Beşik (1952): Oba Beyi Osman her Türk ailesi gibi çocuğuna ezan sesiyle isim koymak ister. Ancak ezanın başlangıcı duyulur, diğer kısımlarının çıkartılması istenir. E onca yıl sonra çocukları olmuş, şükür namazı kılmasınlar mı, kılarlar elbette ama o sahneler de filmden çıkarılır.

Korkusuz Yürük Ali (1955): Cenaze namazını teferruatıyla gösteren kısımların çıkarılması istenirken, Kezban (1957) filminin senaryosunda, Kezban’ın tabutunun ilahilerle mezara götürüldüğünü gösteren sahneden, ilahi okunma sahnesinin çıkarılması şartı.

– Tilki Leman (1958): Köprüden geçen yolcular arasında köprünün yanında çarşaflı ve eli değnekli görünen ihtiyar kadın sahnesinin çıkarılması da istekler arasında.

ŞEYTAN BİLE AZAPTA

– Tam da şeytan işi bunlar. Ama gel gör ki, şeytan bile yasaklı. Kanlı Pınar (1957) filminde imamın sarıklı olarak görünen bütün sahneleri ile ezan okuma sahnesinin çıkarılmasının istenmesi artık sıradan. Fakat elinde mavzer bulunan şahsın mavzeri kastederek ‘Şeytan doldurur’ demesinin sorunlu bulunması ve çıkarılmasının istenmesine ne demeli?

Hakikat Güneşi (1958) senaryosu ise dini bakımdan inkılaplarımıza aykırı bir zihniyet taşıdığı için reddediliyor.

Hicran Yarası (1958) filminde Eyüp Camii’ndeki tekbir seslerinin tamamen çıkartılması da ilginç isteklerden.

-Zamane Çocukları (1962) adlı senaryoda Emine’nin namaz kılış, tesbih çekişi ve mevlüt sahnelerinin tamamen çıkarılması ve Emine’nin söylediği, ‘Abdestli ağzımla yemin ettim’ sözlerinin de çıkarılması istenmiş.

Çarşaf yerine manto

1960’lı yıllar ülkedeki kadınların yarısından fazlasının çarşaf giyerek sokağa çıktığı dönem. Bir filmde çarşaflı kadın görmek kadar doğal bir şey olmasa gerek. Ancak Leyla’nın Dolmayan Çilesi (1962) filminin senaryosunda, çarşaflı kadınlara manto giydirmelerini istemek, abes gelmiyor kimseye. İbo Krallar Kralı (1963) filminin senaryosundan “hafız” kelimesinin çıkartılması ne kadar yadırgandı, onu da Allah bilir.

Haram Lokma (1963): Öğretmenin, okulun bahçesinde ibrikten su dökerek abdest alma sahnesinin filme intikal ettirilmemesi istendi.

İmamı çıkarttılar

– Nuhun Gemisi (1966), Telli Turnam (1972), Çileli Dünya(1972), Güllü(1972) ve Ezo Gelin (1973) filmlerinde imam nikahı kıyılma sahnelerinin çıkartılması, Tövbekar ve Yazık Oldu Ali’ye filmlerinde de imamın görüldüğü sahnelerin çıkartılması imam mefhumunu hayatımızdan çıkarma isteğinin bir tezahürü.

 

– Vurun Kahpeye (1964): Şehitler için okunacak mevlûde halkın gelmesi esnasında okunan ilahinin, Kuvayi Millîyecilerin muhafaza altına alındıkları yerdeki tekbir getirme sahnesi, Aliye’nin tabutu önünde geçen sahnede okunan ilahinin, marşla değiştirilmesi şartıyla onay veriliyor.

Cephede de namaz yasak

Bu ülke zaferlerini namaz kılarak, dua ederek, tekbir getirerek kazandı. Ama gel gör ki cephe ve asker filmlerinde bunların gösterilmesi de yasaklandı. Zafer Yıldızı(1958) filmi bunlardan biri. Cepheye giderken kuvayi milliyecilerin kırdaki namaz sahnesinden namaz kılma ve kamet getirme kısmının çıkarılıp yalnız dua edildiğini gösteren sahne bırakılıyor.

– Bombacı Emine (1966): Askerlerin ezan okuyup namaz kıldıklarını gösteren sahnenin de çıkarıldığı görüldüğünden adı geçen filmin işbu tadilli şekliyle halka gösterilmesine oybirliğiyle karar verilmiş.

Filmlerde Kâbe’yi istememişler

“Türkiye’de Sinema Sansürünün Tarihi” kitabı Yeşilçam filmlerinde neden ezan, cami ve namaz kılan kimsenin olmadığını ortaya koydu. O tarihlerde sansüre uğrayanlarla konuştuk. Yapımcı ve Yönetmen Ali Osman Emirosmanoğlu, Türkay Şoray’ın oynadığı Birleşen Yollar’ın (1970) önce sansür kurulundan geçemediğini anlattı. Sonra Yücel Çakmaklı ile Ankara’ya giderler. Hatırlı kişiler devreye girer ve film Feyza’nın rüyasının sonunda Kabe’yi gördüğü sahnenin çıkarılması şartıyla vize alır.

Filmi çöpe atın diyorlar

O yıllarda Türkiye’de fikir ve eylemler baskı altında olduğunu söyleyen Yapımcı ve Yönetmen Ali Osman Emirosmanoğlu, rejim aleyhine yaptığınız her hareketin engellendiğini söylüyor. Bunu sinemada sansürle sağlıyorlardı. Filmler sansür kurulundan aldıkları onay belgesiyle gösterilebiliyordu. Biz de Birleşen Yollar’ın ilk kopyasını hemen Ankara’ya kurula gönderdik. Ankara’dan gelen sansür belgesinde, üçe iki ekseriyetle filmin halka gösterilmesine izin verilmediği kararı yazıyordu. Birkaç daire parası borçlanarak yaptığım filmi çöpe atın diyebiliyorlardı.

Tabii ne yapabiliriz diye düşünüldü. Ankara’ya gidip sansür heyetine etkili olacak kişilerle görüşüp kararı değiştirmeyi salık verdiler. Yücel Çakmaklı’yla beraber Ankara’ya gittik. Yücel’le beraber tanıdığımız insanları devreye sokarak birçok yeri dolaştık. Nihayet filmcilerin “sansür heyeti” dediği Merkez Film Kontrol Komisyonu’nda daha önce red kararı veren bir temsilci ikna edildi. Temsilci bize, “Şu şu değişiklikleri yapıp filmi tekrar kurula gönderin” dedi. Mesela, Feyza’nın (Türkan Şoray) rüyasının sonunda Kâbe’yi gördüğü bölüm bu sebepten filmden çıkarılmıştır. Hemen değişiklikleri yapıp gönderdik ve bu sefer üçe iki kabul oyuyla gösterimine izin verildi.

Din adamını korumadı

Sinema Eleştirmeni Burçak Evren: Sansürün bir maddesi herhangi bir meslek grubunu rencide etmenin yasak olduğudur. Fakat buna rağmen bakkalı, manavı koruyan sansür kurulu, din adamını koruma zahmetine girmedi. Oysaki dünyada da örneklerini gördüğümüz gibi titizlikle korunacak olan meslek grubu din adamlarıdır. Türk sinemasındaki kırsal kesimlerin sorunlarını ele alan filmlere bakın, ikinci kötü adam mutlaka imamdır. Sansür belki de en çok sansürleyeceği şeyi ıskalamış. Seksenlerden sonra Gazeteciler Cemiyeti adına sansür kurulunda da çalıştım. Tek bir film yasaklamadık, o tür filmler gelmedi veya biraz hoşgörülü davrandık. Ama çok örneklerini biliyorum.

KIZ İSTEMEYE GİDER GİBİ

Mesela Ayhan Işık’la Ajda Pekkan Boğaz’a gidiyor, Ayhan Işık denize giriyor ama sevgilisi yüzme bilmediği için girmiyor. “Kıyı çok sığ, bir şey olmaz” dediği bir sahne var. Bu filmin yasaklanma gerekçesi, düşmana Boğaz’ın stratejik noktalarını göstermek. İki kız Anadolu’dan İstanbul’a öğrenci olarak geliyor. Ayşe Fatma’ya daha ekonomik olur diye birlikte ev tutmayı teklif ediyor. Komün yaşamına teşvik ettiği için bu sahne de yasaklanıyor. Daha da ilginci sansür senaryo aşamasında yapılırdı. Yeşilçam buna uygun bir formül buldu. Feriköy’de bir Rum kızı vardı. Sansüre gidecek senaryoları o yazardı. Sansürün nereye takacağını hangi yerleri çıkaracağını bildiğinden, onları yazmaz veya dolaylı olarak yazar, kuruldan geçtikten sonra film şirketleri kendi senaryolarını çekerdi. Yapımcılar, yönetmenler sansür heyetine filmlerini gönderdikleri vakit, ellerinde madlen çikolatalar, hediyelerle kız istemeye gider gibi giderlerdi. O küçük sahnelere takılmasınlar diye ufak tefek rüşvetler verirlerdi.

 

Yapımcı ve Yönetmen Mesut Uçakan: Başörtüsü sansürüne devam

O süreçte sinema, özellikle askeri üst akıl içerisinde toplumu manipüle edebilmesi açısından önem taşıyordu. 90’lı yıllarda serbestlik söz konusuydu. Sansür, sadece o siyasal konular ve başörtüsü dışında kaldırılmıştı. Son dönemler hariç sinema, toplumsal ilkeleri anlatabilme özgürlüğüne sahip değildi. Benim sansür hikayem: 1975’teki Gençlik Köprüsü filmimiz 6-7 yerden düzeltme aldı. Onlar yapılınca yayınlanmasına izin verildi.

O dönemlerde bir de senaryo sansürü vardı. 77-78 yılında bir senaryomuzda Türkiye’den Almanya’ya giden birisinin orada yaşadığı ahlaki bozulmayı anlatıyorduk. Genel ahlaka uymadığı için reddedildi. Genel ahlak çok elastiki bir yaklaşım. Her konuyu sokabilirsiniz içine. Sonra 1990’da Yalnız Değilsiniz filmi toptan sansüre uğradı. Özallı dönemlerdi. Başörtüsü o dönemin en önemli sorunlarından biriydi. Çektiğimiz film de bununla ilgiliydi. Çok da olay oldu. Galaya üç gün kala filmi yasaklıyorlar. Özal’ın danışmanı bir arkadaşımla konuştuk, üst kurulu toplayacak bir yöntem bulduk. Üst kurul korkulacak bir şey olmadığını anlayınca, oynamasına izin verdi.

GÜNEŞ: CAMİ CEMAATİ OKUL ONARAMAZ

İsmail Güneş: 1990 yılında aile bakanlığı için yapılan o zaman tek kurum olan TRT için çekilen, Ömer Lütfü Mete’nin senaryosunu yazdığı benim yönetmenliğini yaptığım Bizim Ev dizisi laikliğe aykırı diye yayınlanmadı. Laikliğe aykırı bulunan sahneler, dizinin içinde bir imam vardı, imam genelde filmin ana karakterleriyle dostlukları, onlarla dertleşmeleri üzerine bir karakterdi. Altı bölümün içerisinde tek bir hutbe sahnesi vardı, o hutbe sahnesinde okulun damını onarmak için cemaatten yardım istiyordu.

Devletin okulu cami vasıtasıyla onarılamaz gibi bir mantıkla bunu laikliğe aykırı bulmuşlar. Bu benim ilk yaşadığım sansürdü ve protesto ettim. O zamanlar Fırat Kültür Merkezi’nde altı bölümü birleştirerek bir gösteri düzenledim. Gösteri öncesinde Eminönü’nden Cağaloğlu’na kadar papaz üniforması giyerek bir yürüyüş yaptım, yaklaşık kırk elli gazeteci vardı, fotoğraflar çekildi. Ertesi günü gazetelere baktığımda bir satır bile yer almamıştı. Daha sonra 98’de Gülün Bittiği Yer diye bir film çektim. Her şey artık rahatlamıştı. Sansür kalkmış gibi gözüküyordu. 12 Eylül işkencelerinin anlatıldığı, ama temelde de Türk toplumunun ruhuna sinmiş şiddet meselesini anlatmaya çalışan bir filmdi. Devletin bölünmez bütünlüğü genel asayiş o bu falan, 9. maddeye dayandırarak onu da yasakladılar. Üstelik de kararın altında imzası olan sanatçı arkadaşlar vardı.

 

Etiketler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Close